ÇİVRİLLİ VEKİL YASİN ÖZTÜRK TBMM’DE SÖZ ALDI
23/07/2025
ÇİVRİLLİ VEKİL YASİN ÖZTÜRK
TBMM’DE SÖZ ALDI
İyi Parti Denizli Milletvekili Çivrilli Yasin Öztürk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada ÇED ile ilgili kanun teklifi hakkında partisi adına görüş bildirdi. Öztürk konuşmasında şu ifadelere yer verdi;
“Kanun teklifinin ikinci bölümü üzerine İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım ancak bu teklifin içeriğini, etkilerini ve arka planındaki anlayışı daha net anlatabilmek için konuşmamı sadece ikinci bölümle sınırlı tutmayacak, teklifin bütünüyle ilgili değerlendirmelerde bulunacağım.
Zira karşımızda sadece teknik düzenlemeler içeren basit bir metin değil doğayı, hukuku ve toplumu aynı anda hedef alan bütüncül bir zihniyetin ürünü olan bir teklif duruyor. Ve milletin iradesini temsil eden vekiller olarak bizler doğanın talan edilmesine, hukukun ayaklar altına alınmasına, toplumun sesinin bastırılmasına sessiz kalırsak bizlerine tarih affeder ne de milletin vicdanı.
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan bu kanun teklifi yalnızca bir maden veya enerji düzenlemesi değildir.
Bu teklif AK PARTİ'sinin yıllardır izlediği doğa düşmanı, hukuk tanımaz ve kamu yararını yok sayan yönetim anlayışının bariz bir örneğidir. Her bir maddesiyle çevreyi talan eden, kamu varlıklarını yandaşa peşkeş çeken, Anayasa'yı ayaklar altına alan bu teklif sadece alelade bir metin değil toplumsal vicdanı kanatan bir belgedir. Bu kanun teklifiyle AK PARTİ'si üstün kamu yararı kisvesi altında doğaya, tarıma, ormanlara, meralara, zeytinliklere ve milletin mülkiyet hakkına açıkça bir savaş ilan etmektedir. Sözde çevresel koruma adına getirdikleri her düzenleme gerçekten maden ve enerji şirketlerine yeni imtiyazlar sunmakta, doğayı ve geleceğimizi göz göre göre yok etmektedir. Bu teklifin ruhu da, amacı da, etkileri de doğrudan sermayenin hizmetindedir.
Teklifin 1'inci maddesiyle "Çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir." kararı kaldırılıyor gibi görülüp aslında ÇED süreci tamamen işlevsizleştiriliyor. Artık bir proje için "ÇED Olumlu" kararı alınmadan da teşvik ve ruhsat başvuruları yapılabilecek.
Bu, çevresel etkileri bilimsel olarak değerlendirilmemiş projelerin yasal kılıfla ilerlemesini mümkün kılmaktadır. Anayasa’nın 56'ncı maddesiyle güvence altına alınan sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı AK PARTİ'sinin bu düzenlemesiyle rafa kaldırılmaktadır. ÇED süreçleri sadece bir formaliteye indirgenmekte, toplumun katılımı ve bilimsel denetim tamamen dışlanmaktadır. Bu, sadece bir idari kolaylaştırma değildir; çevreye açık bir ihanet, topluma karşı işlenmiş bir suçtur. "Rehabilitasyon bedeli" adı altında getirilen yeni sistem, çevre için değil bütçeaçığını kapatmak için tasarlanmış. Bu bedeller kamu bankalarında nemalandırılacak ama fonun nasıl kullanılacağı, nerede harcanacağı ve kimin tarafından denetleneceği belirsizdir. Sayıştay denetimlerinden uzak, kamuya hesap vermeyen bir fon mekanizması oluşturuluyor.
Bu paralar gerçekten çevreyi mi iyileştirilecek yoksa sermayeye imaj parlatma fonu mu olacak belli değildir.
Sözün özü, tamamen yürütmeye yani iktidarın iradesine bağlı olan bir yapı, vatandaşların, yerel yönetimlerin, sivil toplumun, bilim insanlarının hiçbir şekilde temsil edilmediği antidemokratik bir üst merci hâline getirilecektir yani doğanın kaderi birkaç atanmış bürokratın inisiyatifine bırakılacaktır.
Teklifin 3'üncü maddesiyle, devlet, ormanları
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne bedelsiz devredebilecek, üstelik bu devrin ardından ruhsatlandırma da özel şirketlere açılabilecek yani MAPEG devraldığı ormanı şahıslara veya özel şirketlere açacak. Bu, Anayasa’nın 169'uncu maddesine açıkça aykırıdır; ormanlar özel şahıslara devredilemez, tahsis edilemez, amacı dışında kullanılamaz.
AK PARTİ'si bu anayasal hükmü yok sayarak kamu malını sermayeye tahsis etmektedir. Ayrıca, izin süreçlerine getirilen "Üç ay içinde cevap verilmezse izin verilmiş sayılır." mantığı idarenin takdir yetkisini ortadan kaldırmakta, çevresel değerlendirmeyi formaliteye dönüştürmektedir. Orman Genel Müdürlüğü gibi kurumlar fiilen işlevsizleştirilmekte, bilimsel değerlendirme süreci idari suskunlukla baypas edilmektedir.
Teklifin 4'üncü maddesiyle, "stratejik ve kritik maden" tanımı altında acele kamulaştırma uygulaması yaygınlaştırılıyor. Stratejik tanımı keyfî, kritik tanımı muğlaktır. Bu yetki doğrudan Cumhurbaşkanına ve onun belirleyeceğikurula veriliyor. Üstelik kurulda Orman Bakanlığından bir temsilci bile yok. Herhangi bir bilimsel ölçütü olmadan, siyasi kararla hem orman hem mera hem hazine arazilerimiz hem de bir vatandaşın toprağına el konulabilecek. Kamulaştırma anayasal güvence altındadır ve olağanüstü durumlar için öngörülmüş bir işlemdir. Ancak bu düzenleme doğrudan ticari yatırım amacıyla acele kamulaştırmayı mümkün kılacaktır. Bu da kırsal bölgelerde vatandaşların toprağından, evinden, geçim kaynağından olması demektir.
Bu tam anlamıyla bir mülkiyet gasbıdır.
Teklifin 11'inci maddesiyle zeytinlik alanlar madencilik faaliyetlerine açılıyor. Zeytin ağaçlarının taşınması öngörülse de taşınmayanların yerine maliklere hazine arazisi kiralanacağı belirtiliyor. Taşımanın mümkün olup olamayacağı ise Bakanlık karar verecek. Yani iktidarın bir bakanı Türkiye'nin en kadim tarımsal değerlerinden biri olan zeytini "Taşınabilir." ya da "Taşınamaz." diyerek yok edebilecek.
İtalya'da yapılan bilimsel bir araştırmada taşınan zeytin ağaçlarının yüzde 73'ünün tutmadığı, tutanların ise en az on yıl verim vermediği ispatlanmıştır.
Zeytin ağacı bu toprakların kutsalıdır; dallarında barış, köklerinde tarih taşır. Bu maddeyle zeytin sadece tarımsal olarak değil, kültür ve doğa değerimiz olarak da feda edilmektedir. Oysaki zeytinlikleri korumak millî bir görevdir. Madencilik ise zeytini katleden bir iktidarın milletin değerlerine saygısı olmadığının göstergesidir. Teklifin 14'üncü maddesiyle meraların vasfı değiştirilerek enerji yatırımlarına açılıyor.
Oysa hayvancılık özellikle küçüküretici için mera varlığına doğrudan bağlıdır. Bu düzenleme zaten can çekişen hayvancılığı daha da bitirecek, üreticiyi ithalata mahkûm hâle getirecektir.
AK PARTİ'si 2008'den bu yana Mera Kanunu'ndaki istisnaları artırarak meraları âdeta talan etmiştir.
Bu son hamleyle birlikte tarıma ve hayvancılığa ölüm fermanı yazılmıştır. Vatandaşlarımızın sofrasına et, süt, peynir koyması daha da zorlaşacak, ithalat lobileri kazanırken üretici yok sayılacaktır.
Bu kanun teklifinizden köylüler memnun değil, çiftçiler memnun değil, çevreciler memnun değil, hukukçular memnun değil, bilim insanları memnun değil.
Peki, kim veya kimler memnun? İktidarla yakın ilişki içindeki büyük sermaye grupları ve yandaş şirketler bu tekliften çok memnun çünkü bu teklif sadece onların çıkarlarına hizmet ediyor; onlara sınırsız ruhsat, bedelsiz arazi, muğlak denetim, keyfî kamulaştırma ve sonsuz teşvik sunuyor. Kısacası bu düzenlemeler doğa ve toplum için değil, yandaş ve rant için hazırlanmıştır.
Devleti şirket gibi yöneten, doğayı piyasa nesnesi hâline getiren AK PARTİ'si çevresel yıkımı kurumsallaştırmakta, doğa ile sermaye arasındaki bütün bariyerleri ortadan kaldırmaktadır.
AK PARTİ'sinin politikalarından artık herkes bıkmış durumdadır. Doğaya düşman, üreticiye düşman, işçiye düşman, çiftçiye düşman, çevreye düşman, geleceğe düşman bu anlayış toplumu değil, yalnızca kendi çıkar çevrelerini koruyan bir anlayıştır.
Artık ülkemizde ormanın yeşili kalmadı, sadece rantın kapkara bir rengi kaldı.
Her gün bir dere kuruyor, her gün bir zeytinlik yok ediliyor, her gün bir mera talan ediliyor. AK PARTİ'sinin getirdiği bu yasa doğayı biraz daha ölüme, toplumu biraz dahayoksulluğa itiyor. Millet artık nefes alamıyor çünkü hem ciğeri yanan ormanlar hem sesi kesilen insanlar var bu ülkede.
Sonuç olarak bu yasa doğa düşmanıdır, bu yasa Anayasa düşmanıdır, bu yasa kamu yararının değil özel çıkarların yasasıdır, bu yasa milletin değil rantı koruyan bir sistemin devamıdır ve bu yasa AK PARTİ'sinin artık yönetemediğinin sadece yağmalandığının bir belgesidir. İYİ PARTİ olarak biz bu kanun teklifine topyekûn karşıyız çünkü bu teklif sadece birkaç maddeden ibaret bir düzenleme değil, Anayasa'ya, çevre hukukuna, kamu vicdanına ve toplum yararına açıkça aykırı olan bütünlüklü bir zihniyetin ürünüdür. Bu teklif yalnızca bugünü değil yarını da ipotek altına almakta, yalnızca doğayı değil hukuku ve sosyal adaleti de hedef almaktadır. Bu metin toplumun değil sermayenin menfaatini gözeten, bilimi değil keyfîliği esas alan, ortak geleceği değil günü kurtarmaya odaklanan bir anlayışın tezahürüdür.
Bu nedenle söz konusu teklifin makyajlanarak geri getirilmesi değil, tamamının geri çekilerek, sil baştan yeniden ele alınması gerekmektedir. Yeni düzenleme kamu yararını temel alan, çevreyi, insan sağlığını, sosyal adaleti ve hukukun üstünlüğünü önceleyen bir yaklaşımla hazırlanmalıdır. Katılımcı, şeffaf, bilimsel ve demokratik ilkeler ışığında yerel yönetimlerin, uzmanların, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşların sürece aktif olarak dâhil edileceği bir süreç işletilmelidir.”
Çünkü biz, rantı değil kamu yararını, talanın değil korumayı, yandaşı değil vatandaşı, keyfîliği değil hukuku, sermayeyi değil doğayı, suskunluğu değiltoplumsal vicdanı önceliyoruz çünkü biz toprağın da ağacın da suyun da sesi olduğuna inanıyor, onların sessiz çığlığını buradan duyuruyoruz